Category: Türkçe

Date:

24 Nisan 2009, Cuma - Toronto
Otogar oldukça tenha. Ne de olsa saat sabahın 5.45i. Otobüs saat 7.15te kalkacak. Vaktim olduğu için dışarıya çıkarak biraz tur atıyorum. Güneş doğuyor. Trafik işlemeye başlamış. Tramvay görüyorum. Fotoğrafını çekiyorum ancak hava yeterince aydınlık olmadığı ve ben de flaş kullanmadığım için bulanık çıkıyor. Etraf yüksek cam binalarla dolu. Reklam için dev dijital panolar var, New Yorktaki gibi. Çok soğuk olduğu ve etrafta tehlikeli tipler görmeye başladığım için otogara dönüyorum ve bilet gişesindeki adama Niagara otobüsüne nereden binmem gerektiğini soruyorum. 9 numaraymış. Bakıyorum ki bu bekleme peronlarının hepsi dışarıda. İnsanlar soğukta bekliyor yani. Üşümeye çok da niyetim yok. Otogarda kilitli dolaplar (lockers) mevcut. 24 saati $4. Yarın Torontoyu gezerken kullanmam gerekecek. Otobüs gelene kadar oturmaya devam... Bir güvercin geliyor ve altımdan geçiyor. Bunlar hiç korkmuyor anlaşılan. İçecek su bulamıyorum burada. Sebil yok ortalıkta. Tuvaletteki lavabodan şişeyi doldurmak da zor, lavabo küçük diye. Her yer de kapalı. Mecburen Niagaraya gitmeyi bekleyeceğim. Bu arada söyledim mi bilmem, Kanada ve Almanyada pisuvarların arasında bariyer yok! Utanmaz arlanmazlar... Neyse, uykuluyum. Gözlüğümü de hangi akla hizmet bilmiyorum almadım. Karşımda bir Internet kiosku var. Üzerindeki yazıyı Biternet olarak okuyor ve kahkahayı basıyorum. Biten Internet = Biternet. Hemen fotoğrafını çekmem lazım, değil mi? Biraz bulanık çıkıyor flaşsız ama yakınlaştırdığımda yanlış okuduğumu, basbaya Internet yazdığını görüyor ve yerin dibine geçiyorum. Ee, gözlük yok, uyku yok, olacak bu kadar. Ottawada her şey İngilizce - Fransızca yazılıyorken burada sadece İngilizce kullanıyorlar. Sanırım Ottawanın Quebec millet vekillerini de barındıran başkent ve Quebec sınırında olması bunun sebebi.

Sık sık 9 numaraya bakıyorum. 06.45 gibi 10 kadar kişi toplanmış durumda. Daha 30 dakika var ama ben de sıraya geçiyorum. Burda kalırsam kötü olacak. Otobüs geliyor ve yolcuları almaya başlıyor. Biletimi keserken "Ben Niagaraya gitmiyorum, Buffaloya (NY, ABD) gidiyorum. Biraz geç kaldık sadece." diyor. Şaşkınlıkla bir adım geri gidiyorum. Demek ki otobüsün daha erken kalkması gerekiyordu. Sıraya baktığımda benim gibi otobüse binmeyen insanların olduğunu görüyorum. Otobüs kalkıyor. 15 dakika sonra ise bizim otobüs geliyor. O da 15 dakika geç kalmış durumda. Böylece 45 dakika 5*Cde beklemiş oluyorum. Şoför-zenci bir genç- iniyor. Sıranın en önünde ben varım. Bana "bir adım geri dur!" diyor kızgınca. Geri gidiyorum biraz. Biletimi kesiyor. "Valizimi ne yapayım?" diyorum, "Almayacak mısın?" edasıyla. "At oraya!" diyor bagajı göstererek ancak konuşmasından bir şey anlamadığım için "Ha?" dememle kükremesi bir oluyor: "At oraya dedim sana!!!" Bu sefer anlıyor ve kendi valizimi kendim bagaja yerleştiriyor ve biniyorum otobüse. Ne aksi şey bu böyle! Kendini bir halt sanıyor. Otobüs boş. Güneşin ileriki saatlerde sağ taraftan geleceğini hesaplayarak sola oturuyorum. Yola çıkıyoruz. Facia bir şehir. Her yer yüksek cam bina. CN Towerı görüyorum. Ontario Gölünü görüyorum. Oldukça durgun. Yol kenarındaki çimenler üzerine reklam süslemeleri yapmışlar beyaz boyayla. Çok uykuluyum, uyuyorum. Saat 9.30 gibi ulaşıyoruz. İndiğimde oldukça sıcak bir hava bekliyor beni. Ama bir üşüme tutuyor. Açlık ve uykusuzluktan olsa gerek. Otogarın iç kısmına giriyorum. Bilet satan adama yaklaşıyorum:

Ben: "Hampton Inn nerede?"
Adam: "Hangisi? 2 tane var Hampton Innden. Adresini biliyor musun?"
Ben: "Hmm bilmiyorum (halbuki yanımdaki kağıtta yazıyormuş!), en yakını hangisi?"
Adam: "Şu yönden git, sokağın sonundan sağa sola dön görürsün." gibi bir şeyler...

Tam anlayamıyorum tarifi. Daha doğrusu o sırada az da olsa anladım sansam da otogardan dışarıya çıktığımda unutuyorum. Evet, kabul etmek lazım ki yol tariflerini hep unutuyorum kısa sürede. Otogardan çıkarken yaşlı bir kadının valizini kapıdan dışarı çıkarmasına yardımcı oluyorum. Taksi çağırmış. "Nereye gideceksin? Gideceğin yer yolumuz üzerindeyse buyur gel" diyor. Adamın tarifine bakarak yürüyerek gideceğimi söylüyorum. Nereye gideceğimi tam olarak bilmediğim için bir şey demek doğru olmaz. Taksi gidiyor. Otelin adresinin yazılı olduğu kağıdı buluyorum. Şehiriçi otobüs durağındaki haritadan River Roadı bulmaya çalışıyorum. Nehire paralel giden bir cadde. Uzun bir uğraşın sonunda nereden gitmem gerektiğini buluyorum. Etraf çok tenha. Terk edilmiş kasaba gibi. Her yer kapalı. Nehiri buluyorum. ABDye geçişi sağlayan bir köprü var. Oradan sağa dönüp ilerliyorum. Ancak bina numaralarından ters yöne gittiğimi anlayıp geri dönüyorum. Saat 10 gibi Hampton Inndeyim. Resepsiyondaki adama tek kişilik oda istediğimi, bir gece kalacağımı söylüyor ve ardından hemen giriş yapmak istediğimi belirtiyorum. Sadece 1. kattaki odalar müsaitmiş. Kabul ediyorum. Ücreti $70 + vergi = $80 imiş.

R: "Adınız nedir?"
B: "Ahmet Aladag"
R: "Ooo, Türk adı galiba?"
B: "Nereden bildiniz?"
R: "Bir arkadaşım var burada, adı Mehmet. Kardeşi de Ahmet. Oradan tahmin ettim. Kimlik ve kredi kartı alabilir miyim?"

Kredi kartımı ve öğrenci kimliğimi veriyorum. "Ooo Carletonda okuyorsun" diyor. Demek tanınıyor okul. 2 manyetik kart ve 2 servis (şehir merkezine) kartı hazırlıyor bana. 115 numaralı oda. Biraz gezilebilecek yerleri soruyorum. Bir broşür çıkarıyor. $42a 4 ana etkinlik+2 günlük ulaşım+birçok indirim paketi satılıyormuş. Kahvaltıyı ise (saat 10u geçtiği için) Dads Dinerda yapabilirmişim. Yolda görmüştüm. Odaya gidiyor, kapıyı manyetik kart ile açıyor ve eşyaları bırakıyorum. Ardından kahvaltı zamanı. Dads Dinera gittiğimde ilginç bir şekilde işletmeyi bir babanın değil bayanların işlettiğini görüyorum. İçeride de 4 Alman kız var kahvaltı yapan. 2 yağda yumurta, kızarmış patates, tost, portakal suyu ve reçel $7a mal oluyor. Yemeğin gelmesini beklerken kadınlardan birinin Alman kızlarla konuşmasına kulak kabartıyorum. Kanadaya geleli 4 hafta olmuş. Yandaki hostelde kalıyorlarmış. Görünüşe göre 17-18den büyük değiller. Büyük cesaret! Hesaplarını da Alman usülü ödüyorlar. Hesabı ayrı ayrı ödemelerine karşın bir miktar parayı da kuruşu kuruşuna paylaşıyorlar! Neyse, kahvaltıyı yapıp otele dönüyorum. Odam çok güzel bu arada. 2 Kraliçe boy yatak, kahve makinesi, TV, ütü, klima, güzel bir banyo. Duş alıp tur biletini almaya gidiyorum. Otelin yanında önceleri bir çin villası sandığım Buda tapınağı var. Bileti de onun tam karşısından alıyorum.

Kimden Niagara Falls


Share: FacebookGoogle+Email


comments powered by Disqus