Category: Türkçe

Date:

27 Mart 2009, Cuma

Bugün .çeşitli seminerler var okulda. Burs bulma, uluslararası öğrencilerin hızlı oturma izni alması bunlardan ilgimi çekenler. İşin kötüsü ikisi çakışıyor. İlk önce burs bulmaya giriyorum. Burslardan 1-2 tanesini anlatıyor konuşmacı. 4-5 burs daha var ancak vakit kalmadığı için diğer seminere gidiyorum. Görünüşe göre İnternette olan bilgilerin aynılarını anlatıyor adam. Diğer seminer çoktan başlamış. Sonradan fark ediyorum ki. Seminer Kanadada üniversite bitiren uluslararası öğrenciler için. En az eğitiminin yarısını burada okumuş olmanız gerekiyor programdan faydalanabilmek için. Eğer bu şartları sağlıyorsanız normal sistemden çok daha  hızlı bir şekilde kalıcı oturma izni alarak Permanent Resident olabiliyorsunuz. Beni çok da ilgilendirmiyor  yani. Odaya gidiyorum. Çok güneşli bugün. Pencereyi açıyor, önünde oturuyorum. Camdan gelen güneş başıma geçiyor, pencereden gelen rüzgar karnıma çarpıyor. Kötü bir kombinasyon! Biraz sersemliyorum.

28 Mart 2009, Cumartesi

Hava yine çok güzel. 13*C civarında. Bugün önce Faruk hocaya yemeğe, ardından başka bir ziyafete davetliyim. Akşama doğru havanın soğuyabileceğini düşünüp yanıma koca montumu alıyorum. Dışarıya çıktığımda ise kendimden utanıyorum. Millet şort+kısa kollularla çıkmış, bisikletle akrobasi yapıyor, top ve frisby oynuyorlar. Aralarından geçerken ben kendime gülüyorum. Ama işi şansa bırakmamak lazım. Faruk hocamın evine gittiğimde içerisi oldukça sıcak. Güneş alıyor ev. Termometre 27*C gösteriyor. Yemekte güzel bir sohbet dönüyor. Alberta eyaletindeki yolların (tuzlamadıkları için) buradan çok daha iyi olduğunu, Ottawanın yollarının İstanbulu arattığını, hız sınırının otoyolda dahi 90 olduğunu, yerel telefon şebekesinin çok kalitesiz olduğunu öğreniyorum. Yemekten sonra evdeki bir dizüstü bilgisayarı temizlemek amacıyla açalım diyoruz. Vidaların bazıları çıkıyor, bazılarını çıkartmak mesele.

  • "Mıknatıslı tornavida var mı?"
  • "Maalesef yok,"
  • "Mıknatıs var mı?"
  • "Var ama biraz büyük"
  • "Olsun, bakalım bi."

Mıknatısı alıp tornavidaya dokunduruyorum. Çok kuvvetli. Mıknatısı iade edip mıknatıslanmış olan yeni tornavidamızı inatçı kirleri, pardon lekeleri çıkarmak için kullanıyorum. (Açık konuşalım, Tornavidanın mıknatıslanacağını düşünmem aslında dokundurma işleminden sonra gerçekleşti :) Abartmayalım, o kadar da zeki değilim :P) Ayrılmadan önce balkondan birkaç fotoğraf çekiyorum. Güzel bir nehir ve gün batımı manzarası var. Ardından diğer yemeğe koşuyorum :P Dönerken diyorum ki, iyi ki almışım montu.

.
Kimden Ottawada Zaman


29 Mart 2009, Pazar

.
Kimden Ottawada Zaman

Bu aralar çok mu yemek yiyorum ne? Bugün de Shawarma günümüz. Shawarma, bizim dönerin Lübnan usulü oluyor. Yine kat ekibiyle birlikte (Gary yerine Dale var bu sefer) şehir merkezindeki Shawarma Palacea gidiyoruz. İçeride self servis bir kasa var. Hoomanı öne sürerek onun istediğinin aynısından istiyorum. Aslında Jeffin dediğine göre tabakta alınca çok koyuyorlarmış, dürüm şeklinde alsam daha iyi olacak ama bu sefer yanındaki ek malzemelerden (topping) mahrum kalacağım. Dürüm $5, tabak $12 civarında. Tabak alıyorum. Hakikaten deli gibi dolduruyorlar.

.
Kimden Ottawada Zaman

Eti bizim döner kadar lezzetli değil (Hooman Shawarmada kuzu eti olmamasını sebep olarak öne sürüyor), ancak süslemeleriyle birlikte çok hoş. Şişiyoruz hepimiz. Ben bitiremiyor, kalanları plastik bir kaba dolduruyor ve yanıma alıyorum. Kasadaki menüye baktığımda Kafta Kabab (Köfte kebap), Shish Kabab (Şiş kebap) yazdığını görüyorum. Masadakilerin (özellikle aramıza yeni katılan Dalein) de bu kavramlardan (+baklavadan) haberdar olduğunu görüp seviniyorum. Mutfağımızla dünyaya ün salmışız! Yemek sırasında aralık ayında Ottawaya 185km uzaklıktaki nükleer santralde sızıntı yaşandığını, ardından şubat ayında Amerika sınırındaki sensörlerin Ottawa nehrinin sularında radyasyon tespit ettiğini öğreniyorum. İkisinin alakasının olmadığını iddia ediyorlarmış, içme suları temizmiş. Olayı çözememişler ancak uzun bir süre sonra radyoaktif tedavi gören bir kanser hastasının atıklarından oluştuğuna kanaat getirmişler. Ülen nereye geldim ben?

Yemekten kalkıyoruz şiş bir biçimde. Jeff bize bir fırın göstererek "Burası Koşhur (Yahudi inancına göre üretim yapan) fırın" diyor. Vay be, unlu mamullerin bile helalini yapmışlar :). Yanımızdaki eczaneyi göstererek "burada reçetesiz ilaç alınabiliyor mu?" diye soruyorum. Yanıt "evet". Bazı ülkelerde reçetesiz ilaç alınamadığını duymuştum da. Burası iyiymiş bari. Bir alışveriş merkezine giriyor, bir şeyler alıyoruz. Çıkıp durağa yürürken üşüdüğümü hissediyorum. Hava 0ın üzerinde ve yağmur yağıyor. Nemden dolayı sanırım. Kışın bu kadar üşümemiştim ki! Otobüs durağına geldiğimizde yaşlı bir kadın bana bir şeyler söylüyor. Çok abuk subuk bir şeyler. Sonra yanımdaki kıza hitap ettiğini sanarak hiç oralı olmuyorum. Sonra bir bakıyorum Hoomana dadanıyor. Meğersem (muhtemelen şizofren/alzheimer gibi bir şey) akıl hastasıymış. Buralarda var böyleleri. Bir kere de yemekhanede (çalışanlardan biri) denk gelmişti bana. Bu gün de böyle bitiyor.

31 Mart 2009, Salı
Bugün Yüksek+Doktora başvurusunda bulunduğum A.B.D - Indianadaki Purdue Üniversitesinden (kendileri CS alanında ABD 19.sudurlar) ön-cevap geliyor. Yedek listesine alınmışım. Eğer kabul edilenlerden vazgeçen çıkarsa ve listede sıra bana gelirse kabul edilebilirim anlamına geliyormuş bu. Burs ihtimali de düşüyor yedeğe düşmemle birlikte. Ölme eşşeğim ölme...


Share: FacebookGoogle+Email


comments powered by Disqus