Category: Türkçe

Date:

15 Mart 2009, Pazar
Bu akşam geçen ay gidip de kapalı bulduğumuz Türk restoranına gideceğiz. Gündüzden telefon edip rezervasyon yaptırıyorum:

K: "Hi, This is Topkapı Restaurant"
B: "Hi, do you speak Turkish?"
K: "Sure!"
B: "Merhaba, arkadaşlarımla bu akşam 6.15 sularında geleceğim de. 5 ila 7 kişi olacağız, yeriniz var mı?"
...

İlginç olan nokta, "Türkçe konuşuyor musun?" sorusuna İngilizce cevap vermesi :) Akşam toplanıp tren istasyonuna yol alıyoruz. Yolda bizimle gelecek olan (Hoomanın Hong Konglu oda arkadaşı) Garynin otobüs durağında beklediğini görüyoruz. Meğersem otobüs biletini verip aktarma bileti alacak, böylelikle tren için bozukluk atmak yerine elindeki biletlerden harcamış olacak. İnsanın her daim bozuk parası olmuyor malum. Sonra o da geliyor. Trene biniyor ve bir sonraki durak olan Carlingde iniyoruz. Biraz yürümenin ardından İtalyan sokağındaki restoranımızı buluyoruz. Adı değişmiş. Eskiden Efes Restaurant iken sahibinin değişmesiyle Topkapı Restaurant olmuş. Giriyoruz içeriye. Garson kızımız karşılıyor. İsmimi söylüyorum, cam kenarındaki masaya yönlendiriyor bizi.

.
Kimden Ottawada Zaman

Menüye bakıyorum. Gözlerim fal taşı gibi açılıyor. İskender $16, tatlı $7 civarı. Millet bana soruyor, ne alalım diye. "Ne istiyorsanız alın" diyorum :D   Jeff kuzu kebap, Hooman İnegöl köfte, Gary (uzun bir Alabalık mı Levrek mi tartışmasının ardından) Levrek alıyor. Endonezyalı Hartantonun ne aldığını ise hatırlayamıyorum. Ben ne mi alıyorum? Klasik İskender + Sütlaç kombinasyonum. Ucuz olsun diye içecek almıyoruz. Diğer arkadaşlar baklava alıyorlar. İskenderle hasret gideriyorum. Türkiyedekiler kadar güzel olmasa da güzel. Sütlacı da güzel. Bizimkiler garsonla her konuşmamda tercümesini istiyorlar: "Ne dedin? Ne dedi?". Hatta Türkçe "Teşekkürler"i öğrenip garson kızımıza söyleyerek pratik bile yapıyorlar! :)

.
Kanada Usulü İskender Kebap :POttawada Zaman

Türkiye ve Türkçe üzerine uzunca bir sohbet ediyoruz yemek eşliğinde. Yemeğin ardından ödeme kısmı geliyor. $27(=35 YTL) tutmuş vergileri katınca. Kredi kartlarımızı veriyoruz. Bir süre sonra kız beni çağırıyor, "PIN kodu istiyor" diye. Kanadanın hiçbir yerinde PIN kodu istemeyen kart, Türk Restoranında olduğunu anladı tabi kerata! Gidip giriyorum PINimi. Biraz konuşuyoruz, Amerikada okumuş üniversiteyi, sonra Türkiyeye dönmüş. İnsanlar çok kaba olmuş diye dayanamayıp Kanadaya gelmiş. Burada üniversite eğitimine devam ediyormuş. O da, her ne kadar malum sebepten dönmeyi istemese de "memleket" diyor...

Türk çaylarımızı da içip kalkıyoruz. Herkes pahalı olması dışında genel olarak yemeği beğeniyor. Bununla birlikte Jeff diyor ki, "Yemek güzel ancak aynı paraya bu yemeğin 2 katını Shawarma Palaceda yerdim." Bu sözle ileride bir gün Shawarma Palacea gitmeye karar veriyoruz. Yurda döndükten sonra fotoğraf değişimi için Hoomanlara gittiğimde Hooman ve Gary ile uzun bir sohbete dalıyorum ayaküstü. Bilgisayarlar, Linux kısmından başlayan konu, İngilizce aksanıma kadar ulaşıyor. "So" kelimesini telaffuz edişime bakarak İngiliz aksanıyla konuştuğuma hükmediyorlar. "Hayııııııır, ben Amerikan aksanıyla konuşuyoruuuuuuuuuum" desem de kendim de bu durumu fark ediyorum. Melez diyip geçmek en iyisi. İngilizceme övgüler geliyor. Her ne kadar birçok noktada kelime eksikliğinden tıkandığımı belirtsem de.

16 Mart 2009, Pazartesi
Bugün yüksek lisans başvurusunda bulunduğum Belçika Katholieke Universiteit Leuvenden haber geliyor. 1 yıllık Yapay Zeka yüksek lisansı programına kabul edilmişim. Çok sevinsem de Belçikada burs imkanlarının olmaması sebebiyle buruk bir sevinç yaşıyorum. Hemen o akşamki kriptografi hocama soruyorum. Okul hakkında bir bilgisi var mıdır diye. Güvenlikçilerinin iyi olduğunu biliyormuş ancak yapay zekacıları hakkında bilgisi yokmuş. Diğer hocalara danışacakmış. Ayrıca referans mektubumun açılması, yüksek lisansa başvuramamamı da anlatıyorum, içi parçalanıyor. Keşke o haliyle deneseydin diyor. Neyse, sağlık olsun. Bir İngilizce övgüsü de hocamdan alıyorum. "Ne insanlar var ki değil 4 ay, 3 senedir burada ancak konuşamıyor" diyor. "Yok be hocam, abarttınız şimdi" demiyorum tabi ki. Teşekkür edip odamın yolunu tutuyorum.

17 Mart 2009, Salı
Bugün hava 12*C. Güneş parıldıyor. Ummanlı arkadaş Facebookta olduğumu görüp işin yoksa gel sohbet edelim diyor. Tamam diyorum, kütüphaneye doğru yol alıyorum. Bakıyorum ki yok! Telefon ediyorum, meğersem kütüphanenin önündeki parktaymış. Çıkıyorum. Üzerimde uzun kollu bir penyeden başka bir şey olmadığı için azıcık üşüme var. Parkta piknik masaları var. Oturuyorum, biraz sohbet ediyoruz. Yüksek lisans konusunda bu dönem başvuramadıysan öbür dönem için başvur. Hatta kalabiliyorsan yazın kal burada staj yap diyor. Diyorum yok, benim dönmem gerek. Yeter bu kadar. Zaten mayıs ayı için Schengen vizesine başvuracağım. Burada kalamam. Ama ikinci dönem için yükseğe başvurma konusunu değerlendirebilirim.

Bir süre sonra üşüdüğümü fark edip bacaklarımı piknik masasının içinden çıkartıp güneşe doğru uzatıyorum, sıcacık oluveriyorlar. Güneş çok iyi ısıtıyor. Gölgeler ise çok soğuk. Çok farklı bir iklim. Sohbetin ardından alışverişe gitmeye hazırlanıyorum. Hava iyi diye penye+hırka ve ayakkabıyla (botla değil) çıkıyorum. Gerçekten de yeterli. Alışveriş merkezine geldiğimde gördüğüm martılar bana İstanbulu anımsatıyor. Ama dur bir dakika, burda martıların işi ne yaaaa? Sonradan hatırlıyorum ki burada donmuş durumda olan koca bir göl, Ottawa nehri, Rideau Kanalı mevcut. Martılarımız buzların erimesiyle buralarda balık avlıyorlar. Alışveriş merkezine giriyorum. Peynir almam lazım. Geçenlerde aldığım (Türkiyedeki kaşarlara benzeyen) yuvarlak kaşar peynir "Silani Fromage Baby Cheese"i arıyor ve buluyorum. Üzerinde fiyatı yazmıyor, ama ne olacak olsa olsa taş çatlasa $8-10dır deyip 2 paket alıyorum. Odaya gittiğimde bakıyorum ki paketi $16 imiş. İçime oturuyor. Hemen Yahoo Answerse girip Kanadada neden peynir bu kadar pahalı diye aratıyorum. Meğersem otun az olması ve olanların da biyodizel yapımı için harcanması sebebiyle hayvancılık pahalıya mal oluyor. Bu da peynir fiyatlarını hortlatıyormuş. Pff. Burada bizim geleneksel kahvaltımız peynir+ekmek çok pahalıya geliyor bu sebeple. 650 gram ekmek en ucuz $2. Bütün param kahvaltıya gidiyor diyebilirim. Dönerken birkaç fotoğraf çekiyorum. Kuşlar havanın ısınmasıyla yerleşmeye başlamış şehrimize. Ağaçların dallarına sıralanmış şarkılar söylüyorlar. İlginç olan ise buradaki kuş türleri genelde Türkiyedekinden farklı olduğu için şarkıları da çok farklı. Sabahları ilginç kuş sesleriyle uyandığım oluyor :)

18 Mart 2009, Çarşamba
Bugün 13*C hava. Yaz mı geliyor ne? Yalıtım çok iyi olduğu için içerisi hamam gibi oluyor. Camı açıyorum, önünde oturuyorum ona rağmen içerisi 25-30*C gibi. Yazın burada ne yapıyor insanlar acaba? Soğutucu klimayı mı açsam ne?
19 Mart 2009, Perşembe
Islam in the Modern World dersimin Quizi var bugün. Doğru düzgün çalışamadan giriyorum. 15 puanlık bilgim var. Gerisini sallıyorum. Sınav sonrasında hoca soruyor,

H: "Nasıldı?"
B: "Kolaydı ama (rahatsızlıktan) çalışamadığım için pek yapamadım. Benim projenin ağırlığını arttırsak da Quizin ağırlığını azaltsak?"
H: "Tamam, sana süre veriyorum 4 gün yeter mi? Kağıdını sonra getirirsin"
B: "Ha? Iıı evet. Sınav kağıdını mı?"
H: "Projeden bahsetmiyor musun?"
B: "(Anlamadı ya!) Evet"
H: "Tamam özel durumundan dolayı 4 nisana kadar getirebilirsin bana. Her gün derse geliyorsun, görüyorum seni. Sana özel böyle bir hak tanıyorum."

"Tüh be, yanlış anladı adam, neyse e-posta ile anlatırım durumu sonra" deyip geçiyorum. Ancak fırsat bulamıyorum. İyi ki de öyle olmuş. 66 almışım, 20-30 beklerken.


Share: FacebookGoogle+Email


comments powered by Disqus