Category: Türkçe

Date:

31 Aralık 2008, Çarşamba

Bugün okuldaki son günüm. Computer Networks erken finalim var. Salı günkü tez sunumunun verdiği yorgunlukla uyukladığım için gece 11 gibi çalışmaya başlamıştım ve 3 gibi çalışmayı tamamlıyorum. Sabah da 7 gibi kalkıp sınavıma giriyorum. Kolay geliyor. Yapıyorum tüm soruları. Sonra saat 10.45 gibi sınıftaki bazı arkadaşlarımla vedalaşarak asistanların odasına gidiyorum. Sadece Hilal orada. Onunla vedalaşıyor ve servislere koşturuyorum. Bir durak önce inip kendime pantolon bakıyorum ve kalın bir tane alıyorum. Ailem geliyor, birlikte markete girerek çeşitli malzemeler alıyoruz. Sonra eve... Bir türlü toparlanamıyorum. İçimden gelmiyor. Her şey yine akşama kalıyor. Bunca zamandır sınav telaşıyla gideceğimin farkında değildim ancak son gün gelip çatınca korku başlıyor. Süregelen monoton yaşamımı 4 aylığına durdurmak ve tamamen bilinmeyenlerle dolu yeni bir diyara atılmak... Macera bana göre değil. Burada canımı sıkan bazı olaylar sebebiyle kafamı dinlemek için gözü kapalı atladığım bu güzel fırsat şimdi beni korkutuyor. Ailem cesaretlendirmeye çalışıyor. Uyumaya fırsat olmuyor. Uykusuzum. Sonunda hazırlanıp çıkıyoruz yola. Saat 2.

1 Ocak 2009, Perşembe

2.40 gibi de hava alanına ulaşıyoruz. Girişi bulmak baya zor. Güvenlik kontrolüne geliyoruz, çantalarımız taranıyor. Sonra check-in kuyruğuna giriyoruz. Valizlerime adres etiketi yapıştırıyorum. Önümüzde 10 kişi kadar var. Sıra geliyor. Uçak biletimi veriyorlar. 19C. Frankfurttan Ottawaya giden uçağın biletini ise şimdi veremediğini, Frankfurttan almam gerektiğini söylüyor. Tamam diyorum ve beklemeye koyuluyoruz. Aynı uçağa binecek birkaç kişiyi görüyoruz. Onlar bana yol gösteriyorlar. Yurt dışı çıkış harç pulu alınması gerekiyormuş. 15 YTLye onu alıyor ve pasaport kontrolünden geçiyoruz. Görevli memur soruyor: “Hangi bölüm, master mı? YÖK tanıyor mu? Özel okul mu?”. Sonra uçağa doğru ilerliyoruz. Sırt çantalarımız taranıyor. Botları olanlar botlarını da çıkarıyor. Galoş var giymek isteyenler için. Ama benimkisi zaten ayakkabı, gerek yok. Bana yardımcı olacak olanlar bekleme salonunda oturuyor. Uçağa binme sırasına girmiyorlar. Mantıklı çünkü sıraya girenler uzun bir süre ayakta bekliyor. İçeriye girerken su şişelerine engel olmuyorlar. Uçağa biniyoruz. Bebekli bir bayanın yanındayım. Koridor. Bebek ilk başlarda ses çıkarsa da sonralarda susuyor. İçerisi çok sıcak. Gömlekle durmama rağmen terliyorum. Yastıklar ise uyuma konusunda oldukça yardımcı oluyor. Stewardlardan bir tanesi çok komik, bir tanesi manken gibi. Hostes ise klasik bir Alman. Hepsi de kibar ve ilgili. Uçak baya bir yükseğe çıkıyor. Yerleşim birimleri toz taneleri gibi. Kahvaltı servisi başlatıyorlar. Yeşil zeytin, peynir, tereyağı, kaysı reçeli, ekmek ve 2 adet ince dilim et. Et haricindekileri yiyorum. Ne olduğunu bilmiyorum çünkü. Uyuyor, inişe yakın da uyanıyorum. Terlemişim. Bebeğin ayakkabısının dizlerime değmesi sebebiyle huylanıp iyi uyuyamasam da uykusuzluğum bir nebze azalıyor. Son 48 saatte 4 saat uyumuşum. Pilot “İnişe başlıyoruz, kemerleri bağlayın” dediğinde kasılıyorum. Malum uçak korkusu... Neyse ki çok sarsılmadan inişi gerçekleştiriyoruz ve içim rahatlıyor. Almanyadayım... Hemen eşyaları almaya teşebbüs etsem de koridordaki sıra sebebiyle pek faydası olmuyor bu acelenin. Stewardlar her inene “Goodbye!” diyor. Ne sabır...

Çıkışta pasaport kontrolü var. Çok güzel, yeşil gözlü bir alman polis pasaportumu alıyor ve nereye gideceğimi soruyor. Ottawa, Canada diyorum. Tamam diyerek geri veriyor. Sonra köpek tarafından koklanıyorum. Kontrol bitince bana yardımcı olacak kişileri bekliyorum, bana ne yapacağımı tarif ediyorlar. Üst kattaki Transit Merkezinden yeni biletimi alacağım. Dedikleri gibi üst kata çıkıyorum. 10€luk Telefon kartı alıp aileme telefon ediyor, haber veriyorum. Sonrasında Pardus staj arkadaşım Fatihin bana verdiği numarayı arıyorum. Bir tanıdığı orada bana yardımcı olacak. Ancak ulaşamıyorum. Sanırım yanlış arıyorum, alan kodlarında bir hata yapıyorum. Fatihi arıyorum, ona da ulaşamıyorum. Etrafta dolaşmaya başlıyorum. Çok ilginç bir dünya burası. Türlü türlü insan var. Kafasında sarıkla gezenler, esmerler var. Türkler de bir hayli var. Sanırım uçak yeni indiği için. Eski Türk filmlerinde Almanyaya giden erkeklere “Orada Alaman hatunlarıyla aldatma beni” derlerdi, haklılarmış :) Baya güzelleri var, kaçınmak lazım. Sonra biletimi (boarding pass) almak üzere transit merkezine gidiyorum. Tüm gişeler açık ama Air Canadanınki kapalı. O sırada Lufthansa bölümünün başındaki görevli kadın nasıl yardımcı olabilirim diyor. Ottawaya gidiyorum dediğimde, “Lufthansa ile mi?” diye tuhaf bakıyor. “Hayır diyorum, Lufthansa ile buraya geldim, Air Canada ile gideceğim ancak kapalı gişe.”. Uçuştan 2 saat önce açılır diyor. Kalkış kısmında zar zor oturacak yer buluyor ve günlüğü yazmaya başlıyorum. Uçaklar görünüyor oturduğum yerden. Sürekli Almanya/İngilizce, bazen de uçuşa göre diğer dillerde anonslar yapılıyor. THY uçuşları için bazen Türkçe mesela. 1.5 saat olmuş. Şimdi önümden yürümek istemeyen 2 yolcuyu taşıyan bir arabacık geçiyor. Hava alanı genel olarak güzel. Alışveriş merkezi gibi. Şimdi bir hint kafilesi geçiyor. 4 saat var uçağa binişlerin başlamasına. Ne yapsam acaba? MP3 dinliyorum. Uykum da var, uyursam çantalarımı koruyamayabilirim. Aslında gezmeyi istiyorum ama çantanın ağırlığıyla zor geliyor.

Neyse, uyumaya başladığımı hissedip kalkıyor ve gezmeye başlıyorum. Sanırım dön dolaş hep aynı yerleri geziyorum. 5-6 tur oluyor. Artık şüphelenecekler diye korkuyorum. Yemek yiyecek bir yer arıyorum, doğru düzgün bir yer yok. Yemeklerin ne olduğunu anlayamıyorum. Anladıklarım da çok pahalı. Min 5€. Yemeklerin en ucuzları 7-10€ arası. McDonaldsı bir kere görüyor, bir daha bulamıyorum! Nereye kayboldu bu? Marketimsi bir yer buluyor ve Su+Duplo çikolatalardan alıyorum. Özlemişim bu çikolataları. Tabi bununla karın doymuyor diye araştırmalara devam ediyorum. Sega Fredo standına rastlıyorum. Bir sandviç alıyorum. €3.20. Dikkat ettiğim şey her alışverişte “(tutar) please” diyorlar ciddi bir şekilde. Parayı verince ise “Thank you.”. Kalıp olmuş artık. Sandviç fena değil. Peyniri bizimkilere göre daha farklı. Ama doyurdu. Bizim okuldakilere göre daha iyi olduğu kesin :) Sonra Air Canadanın hala açılmadığını görüyorum. Malezyalıya benzeyen bir görevliye soruyorum ne yapmalıyım diye. Bir saat kala doğrudan B43 kapısına gidebilirsin diyor. B43e gidiyorum daha vakit olmasına rağmen. Oradaki standa soruyorum. “Git ve Air Canadaya sor” diye haşlıyor beni kadın. Peki diyor ve Internet kiosklarına göz atıyorum. Çok pahalılar. €21/saat, dakikada 50 cent. Kullanamadım tabii ki.

Şimdi bir kenarda oturuyor zamanın geçmesini bekliyorum. Şu aralar Türkler ortalıklarda yok. Çekik gözlüler çok var. Kulaklarım dakika başı verilen anonslardaki uçuş numaralarını yakalamaya çalışıyor. B43 kapısına gidiyorum. Uzun iki kuyruk var. Önce yanlış kuyruğa giriyorum. Bileti olmayanlar bu kuyruğa giriyor. Elimdeki e-bilet (online check-in çıktısı) işe yaramaz diye düşünürken geçerli olduğunu öğreniyorum ve diğer sıraya geçiyorum. Önümde 30-40 kişi var. Sıra bana gelince pasaport ve çıktımı veriyorum. Bilgisayara geçiriyor ve salona alıyorlar beni. Bir kız beni kesiyor sanırsam. İçeri girmemle önündeki valizi düşürmesi bir oluyor. Yüz vermiyorum tabi, uzakta bir yere geçiyorum. Karşıma bir kadın ve bir kız, yan koltuğa ise bir adam oturuyor. Pakistanlıya benziyorlar. Zaman yaklaşınca telefondan ailemi arıyorum, uçağa bineceğimi söylüyorum ve uçağa biniyorum.


Share: FacebookGoogle+Email


comments powered by Disqus