Category: Türkçe

Date:

9 Ocak 2009, Cuma

Gittikçe uyanmak zor hale geliyor. 7.30 gibi kalkıyorum. Her zamanki işleri halledip apar topar oryantasyon için kütüphanenin yolunu tutuyorum. Ondan önce de, yurtlar müdürlüğüne uğruyor ve durumu soruyorum. Hasan ve Yunus ortalıkta yok. Kadın bana hala uğraştığını belirtip, Yunusla birlikte kalabilmem için yer bulamazsa ne tür bir yerde kalmak istediğimi soruyor. Tek kişilik suit olmasını tercih ederim diyorum. Teşekkür ederek çıkıyor, kütüphaneye koşuyorum. Daha önce defalarca geçmişim buradan sanırsam ancak kütüphane girişi oldukça belirsiz. Bir asansör var sadece. Biniyor ve üst kata çıkıyorum. Oradan da merdivenlerle 4. kata. Oryantasyonun yapıldığı sunum odasını buluyor ve içeriye giriyorum. Birisi etikete adımı yazıp giysime yapıştırmamı istiyor ve bana birtakım broşürler içeren bir poşet veriyor. Oturuyorum. 20 dakika kadar geç kaldığım için bazı şeyler kaçmış. Burada kaç kişi “degree student”? Diye soruyorlar. Tam anlayamıyorum, el kaldırıyorum! :) Herkes söylüyor, nereden olduğunu. Ben ise Türkiyeden değişim öğrencisiyim diyorum. “Ha, değişim öğrencisi” diyor. Demek ki yanlış şeye parmak kaldırmışım. Sağlık sigortasından, kampüsteki doktor, eczane ve dişçilerden, ders desteğinden, özel dersten, İngilizce konuşma sınıflarından, yazı yazma desteğinden, kampüs içi/dışı yürüme desteğinden, yemek imkanlarından, ders seçimi / bölüm değiştirme kurallarından ve diğer birçok hizmetten bahsediyorlar. Okulda 120 kulüp varmış. 3 kere bölüm değiştirenler olabiliyormuş. Psikolojik destek merkezleri varmış ancak haber vermeden gelmemezlik yaparsan $70 ceza kesiyorlarmış. Çeşitli konuşmacılar kendi bölümlerini anlatıyor. Psikolojik destek kısmında kültürel şok grafiğinden bahsediyorlar. Şok – Alışma/Kabullenme – Uyum sağlama – Eve gidince uyum sorunu – eve alışma. Şeklinde. Kahkaha atarcasına bir gülümseme beliriyor yüzümde. Kadın bana bakıyor:

“Evet burada bir tane var sanırım bu grafiği yaşayanlardan. Bu grafiğin neresindesin?
“Şok ile kabullenme arasındayım”
“Ne oldu peki?”
“Çok şey...”
“Paylaşmak ister misin?”
“Hayır, paylaşmak istemiyorum.”
“Peki”, gülümsüyor.

Bir ara veriliyor. Haydi tanışın diyorlar. İçecekler ve donutlar var. Kalkıp bir nestea alıyorum meyve suyu sanarak. Başkalarını gözlemlemeye başlıyorum. İki kız konuşmaya başlıyor önümde. Birisi Belçikalıymış. Her şeye “ye ye ye” diyor. “Ye ye ye ye ye ye ye”... Duymaktan bıkıyorum, “kızım o kadar yeme şişçen” diyesim geliyor artık! (kabul ediyorum, iğrenç!) :D Sonra etrafıma bakınıyorum bir çocuk bana bakıyor,

“Sen Türkiyedendin değil mi?”
“Evet, nasıl anladın? İsmimden mi?”
“Yoo, söyledin ya...”
“Aaah, doğru, unuttum...”
“Müslüman mısın?”
“Evet,”
“Danimarkalı karikatürler hakkında ne düşünüyorsun? Üzüldün mü sen de?”
“Evet, üzüldüm tabii ki, ancak keşke bizimkiler tepkilerini şiddetle göstermeselerdi."
“A, evet, karikatüristin yaptığı çok saygısızca bir şeydi. Hristiyan dünyası alışık peygamber resimlerinin çizilmesine, o yüzden yaptıklarının normal bir şey olduğunu zannediyorlardı ama saygısızca bir şekilde.”
“Evet, öyle...”
...

Öyle konuşmaya devam ediyoruz. Kanadalıymış, Amerikada okumuş galiba. Konuşmasını anlayamıyorum, çok yutuyor her şeyi. Tümleşik Bilimler okuyormuş (Fizik, Kimya, Biyoloji). Ne için okuduğunu bilmeyenlerden. Sonra donutlardan yedin mi, diyor. Hayır neden yapılıyor diye sorunca, tarif ediyor. Çikolata genelde. Onun üzerine yiyorum, fena değil. Ancak sonradan öğrendiğime göre her donut yenmiyormuş. Dikkat! O sırada 2 Fransız (Damiene ve Claire) yanımızda. Johnla konuşmaya başlıyorlar. Nerelisin, ne okuyorsun vs. Sonra ben de konuşuyorum. Türkiye deyince, Damiene “Aaa, yurt dışında gezmek için bir ülke arayışındayım Türkiye olabilir...” diyor. Onlarda yüksek 1. sınıf işletme öğrencileriymiş. İngilizceleri tuhaf geliyor. Zor anlıyorum. The(dı) yerine dö diyorlar yanlışlıkla :) Okul sistemleri, Quebecin Fransızca aksanı, Quebeclilerin Kanadadan ayrılmak istedikleri, Montrealde reklamların Fransızca kısmının yazı boyutunun İngilizce kısmındakinden 2 kat büyük olması zorunluluğu, gibi konularda konuşuyoruz. Damiene e-posta adresimi alıyor. Sonra ara bitiyor ve ikinci kısım başlıyor. İkinci kısım bitmeden işim olması sebebiyle çıkıyorum. Öğleden sonra Hasanla beraber Bilgisayar Mühendisliği bölümündeki Halim hoca ve Furkanla tanışıyoruz. Furkan da Haberleşme Mühendisliği okuyor. Sonra öğreniyorum ki rektör yardımcısı da Türkmüş. Hasanla yemeğe gidiyoruz. Tıka basa yiyoruz yine. Somon balık burger ve pizza. Sonra ben Uluslar arası öğrenciler ofisine gidiyorum. Biraz geç kaldım. Gittiğimde bakıyorum ki bir odada 20 kadar kişi birbirleriyle konuşuyor. Yüksek sesle... Herkes tanışıp kaynaşmış bile. Öyle ortaya atlayıp milletle tanışma gibi bir huyum da olmadığı için marketten bir su alıp tünellere yöneliyorum. Tam tünele girerken Claire ile karşılaşıyorum. Neden gelmiyorsun diyor, çok kalabalıktı içerisi deyince, yoo kimse yoktu diyor. E peki ben de geleyim madem deyip ona takılıyorum. Yanındaki Seraio denen çocukla tanıştırıyor. Ofise geliyoruz. Halen kalabalık içerisi. İçeriye girmemizle, Claire diğer Fransızların yanına giderek onlarla Fransızca konuşmaya başlıyor. Ben de konuşacak birisini göremediğim için (zaten kapı ağzını tıkamışlar) çıkıyor, odama dönüyorum. Odama geldiğimde yurtlar müdürlüğünden e-posta geldiğini görüyorum. Hemen Yunusun cep telefonunu Facebooktan bulup onu arıyorum. Onun da haberi var. 15 dakikaya müdürlükte buluşma kararı alıyoruz. Gittiğimizde 2+2lik bir Prescott odası bizi bekliyor. 2 kişi bir odada kalıyor, Yunus ve ben de diğer odada kalacağız. Görevli kadın saat 7de muhtemelen yerleşebileceğimizi söylüyor. Teşekkür ederek çıkıyoruz. Odama geri dönüyorum. Bir aile görüşmesi ve Internet sörfünün daha ardından Nuriden telefon geliyor. Odaya girmişler. Gidiyorum, ortak alan çöp içinde, dağınık. Yerlerde pizza kutuları, kitaplar, kablolar, sprite şişesi. Dolapların üzerinde koca koca boş içki şişeleri. Buz dolabında votka şişesi, bir koli bira kutusu. İçerisi kokuyor.

Kendi boş odamıza giriyoruz, yatakların ve masaların üstünde zıplamışlar sanki, toz pis içinde. Duvarların boyalarında sıkıntı var. Biraz havasız gibi. Buraya da koku sinmiş.

Hayal kırıklığına uğrayarak bir de benim odaya gidiyoruz. Yunus ve Nuriye gösteriyorum odamı. Dağlar kadar fark var. Şu anki odam harika. (Irfaan gelmeden çekmiştim bu videoyu:)

Buna rağmen çektiğim sıkıntı sebebiyle iki arada bir derede kalıyorum. Sonra Burakın odasına gidiyoruz. Muhabbet ediyoruz. Gıcırdama sesini o da duyuyormuş ancak o da alışmış. Burakların suit 4 odalık. 4 tane tek kişilik oda var yani. Yan komşusu Mustafa. Dubaide büyümüş bir Hintli hatırladığım kadarıyla. İyi yemek yapıyormuş. Güler yüzlü bir çocuk. Biz muhabbet ederken Hasan geliyor, elinde nargile ile. Sonrasında Burak Mustafadan nargile aromaları rica ediyor. Camı açıyorlar ve bir güzel nargile keyfi... Tabi ben çıkıyorum, dumanla aram pek iyi değil. Odama geçip uyuyorum. Karnım ağrıyor. Üşüttüm sanırım.


Share: FacebookGoogle+Email


comments powered by Disqus