Category: Türkçe

Date:

25 Nisan 2009, Cumartesi 19.30 suları
Dolambaçlı ve tenha bir yolun ardından içeriye giriyorum. $30 civarında bir ücreti var. Kulenin en üst özel katına çıkmak için ise biraz daha fazla ödüyorsunuz ancak hava koşulları sebebiyle o kısım kapalıymış. Kuleye çıkmadan önce fotoğrafımı çekiyorlar, çıkışta satmak için. Ardından X-Ray cihazı gibi bir cihaza giriyorum. Hava üflüyor. İlk başta basınç farkına alıştırmak için sansam da, bu cihaz dezenfekte ediyor sanırım. Ardından asansöre biniyoruz. 22 km/h hızla 58 saniyede kulenin tepe noktalarından birine çıkıyoruz. Çıktığımız yer 342+ m yüksekliğinde.

CN Tower Elevator up from Emre Aladağ on Vimeo.

Kule daire şeklinde yapıldığı için 360 derece etrafı görebiliyorum. Hava kapalı olduğu ve güneş battığı için harika bir görüş veya günbatımı manzarası olmasa da hiç yükseltisi olmayan, alabildiğine düzlük bir arazide -birazdan fotoğrafta göreceğiniz üzere- ufuk çizgisindeki hafif maviliği görmek oldukça hoş.

CN Tower View from Emre Aladağ on Vimeo.

Kimden Toronto

Fotoğraf ve video çekiminin ardından alt kata iniyorum. Burada ise bir bölümün zeminini cam yapmışlar. Böylece 342m yükseklikten tam altınızı düşmeden görebiliyorsunuz. Oldukça tırsış bir deneyim. Ancak bazı soğuk kanlı insanlar o camın üzerinde zıplayıp camı kırmaya çalışıyorlardı. İlginç! Siz de bakın aşağıya:

Kimden Toronto

Günüm bitiyor ve başka gidebileceğim bir yer yok. O yüzden bir süre daha burada kalmaya karar veriyorum. 19.40 - 20.30 arası kuledeyim. Güneş batıyor ve çok hoş bir manzara ortaya çıkıyor:

Kimden Toronto

Ayrıca lavabo tasarımlarını da övmeden edemeyeceğim. Çok hoş.

Kimden Toronto

Bir daha buralara zor gelirim diye özlem dolu bakışlar attıktan sonra asansörle aşağıya iniyorum. Fotoğraflarım beni bekliyor. Torontoda hiç doğru düzgün fotoğraf çekilemediğim için satın alıyorum $25a. Dışarıya çıkıyorum, kulenin animasyonlu aydınlatması başlamış.

CN Tower at night from Ahmet Emre Aladağ on Vimeo.

Etraf çok tenha. Saat 21 olmuş. Kimsecikler yok gideceğim yolda. Hızlı adımlarla metroya yol alıyorum. Tren garına geldiğimde ayaklarımın yara olduğunu fark edip bir fastfoodcuda oturup bir şeyler içiyorum. Çok yürüdüm, çok su kaybettim bugün. 1 saat kadar oturduktan sonra tekrar yola çıkıyor, Dundas civarlarında takılıyorum. Yolda İranlı bir dilenci çeviriyor. Aç olduğunu anlatmak için ezberlediği bir repliği hızlıca okuyor. Öyle hızlı ki anlamıyorum ne dediğini. Ben de kurtulmak için "Seni anlamıyorum, öğrenciyim, yeniyim" gibisinden bahaneler sundum. "Açım diyorum arkadaşım!" diyor. Yüz vermeyince "Aman sende beeeeeeeeee!" deyip gidiyor. Ben de otogara gidiyor, otobüs biletimi alıyor, dolaptan çantamı çıkartıyor ve beklemeye koyuluyorum. Beklemedeki yolculardan bir kız sarhoş galiba. Otobüse binmek istemiyor. İkna etmeye çalışıyor yanındakiler. Otobüs 00.15 gibi kalkıyor. Ottawadan gelirken gördüğüm tuhaf adam yine burada. Ancak travestimsi kadın yok. Pek konuşmuyorlar bu sefer arka koltuklarda. Az da olsa uyuyabiliyorum.

Ottawaya geldiğimde sabah 5.30 olmuş. Bir taksi görüyorum ve atlıyorum. Bu saatte otobüs yok maalesef. Bu şoför de Lübnanlı sanırım. Deli gibi kullanıyor arabayı. Ne de olsa yollar boş. İndiğimde huzura kavuşuyorum. "Evim evim güzel evim" duygusuna benzer bir duygu. Ne de olsa son 4 aydır burası benim evim oldu. Irfaana rağmen. İçeriye giriyorum. Mutfakta bir not. Irfaan evine dönmüş. Zaten süpürdüğüm mutfağı bir daha süpürmüş. Lavaboyu ve aynayı da üstünkörü silmiş. Geri kalanını da halledersin, yoksa cezası var demiş. Şeytan diyor bırak cezayı yesin. Ama dinlememek lazım tabi o şeytanı. Giriyorum, biraz bilgisayara bakıp uyuyorum. Ayaklarım şiş halde. Montreale gidemeyeceğim artık şu durumda. 2 gün sonra uçağım kalkıyor.


Share: FacebookGoogle+Email


comments powered by Disqus